top of page

AYNA AYNA SÖYLE BANA, KİM BU BAKAN!

Güncelleme tarihi: 18 Mar

“Onun gözünde olmak istediğim, hiçbir biçimde olmadığım bir

karakter yarattım ilmek ilmek. Korkarım, bu en inatçı biçimde kovaladığım,

kendimi bir tür koza gibi sardığım hayali bir teşebbüstü sadece.” [1]

 

Bir Analizanından Lacan’a

 

Özneden her bahsedişimizde kaçınılmaz ve eş zamanlı olarak bir bölünmeden de söz ettiğimiz, - bilhassa Lacancı psikanalizde- bir gerçek. Fakat bu bölünme, birbirine eşit iki ya da daha fazla parça oluşturan değil düşen / arta kalan nesneler meydana getiren bir bölünmedir. Özne, bu nesnelerle, ki bu nesneler meme, dışkı, bakış ve ses olmak üzere dört tanedir, ancak düşlem düzleminde ilişkilenebilir, bu da bu nesneleri ihtiyaç nesnesi düzeyinde değerlendirmeyeceğimiz anlamına geliyor. Dış dünyadaki tüm objeler, gösterenlerin dolayımının bir sonucu olarak, kaçınılmaz biçimde değiş-tokuş nesneleri olarak statü kazanır. Bu değiş-tokuşta, alınan ve verilen objenin gerçekliği ya da işlevi elbette önemsiz değildir, ancak objenin kendisi bunlara indirgenemez. İlerleyen aşamalarda bunu hep birlikte inceleyeceğiz.

 

Yukarıda bahsettiğim nesneleri, bir tanesi hariç, tek tek bu yazıda incelemek gibi bir niyetim olmadığı için yoluma nesne a (object a / object petit a) mevhumu ile devam edeceğim. Lacan’ın “Kaygı” seminerinde, nesne a’nın oluşumunu açıklamakta kullandığı bir şemayı [2] inceleyerek başlayalım:


 

ree


Yukarıdaki işlemin sol üst basamağında, gösterenin yeri olan kurucu Öteki (A)’yi, sağ üst basamağında ise henüz gösterenle karşılaşmadığını varsaydığımız, dolayısıyla hipotetik, özneyi görürüz. Gösteren ise devreye girdiği aşamadan itibaren hem öznenin hem de Öteki’nin üzerini çizmekte, başka bir değişle özne ile Öteki arasındaki bir arzu bağlamını mümkün kılmaktadır. [3] Öznelleşme sürecinde, bölünmeden geriye kalan ise a nesnesidir. İlk bakışta herhangi bir a nesnesinin, diyelim ki memenin, insanın gelişimsel dönemlerinden birinin (verdiğimiz örnek için oral dönemin) gereği olarak ortaya çıktığını düşünmek çok olası. Ancak Lacan bu noktada bizi net bir şekilde uyarıyor ve bunun psikolojik ya da gelişimsel olmadığını [4] vurguluyor. Nesne a’nın oluşumu ihtiyaç – talep – arzu düzlemine paralel olarak ilerler, yani nesneyi kuran yalnızca öznenin anatomik gerçekliği değil aynı zamanda Öteki’nin nesneyi arzunun nedeni haline getiren müdahalesidir. Öteki, en başta ihtiyacın alanındadır; bebeğin maruz kaldığı saf bedensel bir huzursuzluktan, yani açlıktan, kurtulmasını sağlayan nesneyi veren anne, bebek için bir adres haline gelir ve elbette bunu bizzat kendi arzusunu işleterek yapar. İhtiyacın doğuşu ile giderilişi arasındaki kaçınılmaz fark, memenin bebek için “anneye ait bir şey” olarak kurulmasına neden olur. Meme, bebeğin omnipotant varlığından düşen, anne ile bebek arasındaki simbiyotik ilişkinin bölünmesinden arda kalan bir a nesnesidir. Ardından, Öteki’nin talebinin devreye girdiğini görürüz, ki bu talep dışkıya olan taleptir. Anne, çocuğun dışkısını tutacağı ya da bırakacağı zaman ve yer konusunda belirli ölçütlere sahiptir ve bu ölçütler çocuk için annenin doyumuna giden bir yol bulunduğunu imler. Dışkı, başka bir a nesnesi olarak, yine Öteki’nin dolayımı doğrultusunda kaybedilmek, düşmek zorundadır. Skopik nesne olan bakıştan ve vokal nesne olan sesten bahsettiğimizde ise artık arzunun alanındayızdır. [5]

 

“Asla seni gördüğüm yerden bakmıyorsun bana.” [6]


Bakış konusuna gelelim ve burada biraz duralım. Gözden düşen nedir, bakarken kaybedilen nedir? Bu soruyu cevaplayabilmek için Lacan’ın 11. Seminerinde gündeme getirdiği bir başka soruya dönmeliyiz. Kendimizi kendimize bakma anında yakalayabilir miyiz? Eğer kendimize Öteki’nin baktığını düşündüğümüz yerden bakıyor olmasaydık [7], belki… Bakışın kastrasyonla olan ilişkisinin bir boyutu işte budur. Özne iki açıdan yanılsama halinde kalır. Birincisi, kendini Öteki’den gelen dilsel bir dolayımla tanıyabildiğinin, dolayısıyla imgesinin ancak ve ancak sanal olabileceğinin farkında değildir. Özne her zaman kendisinin ya da bir başkasının onu tanımlama biçiminden daha fazlasıdır ve bu fazla elbette dilin sınırları dışındadır. İkincisi, Öteki de bizim onu tanımladığımızdan ya da ona atfettiklerimizden fazlasıdır. Öteki’nde bakışımızdan kaçan bir şeyler her zaman bulunacak ve kendi bakışımızı yakalamaktan aciz olacağız çünkü baktığımız hiçbir zaman görmek istediğimiz değildir. [6] Bu noktada görmenin öznesi ya da nesnesi olmanın ne demek olduğunu anlayabilmek önemli. Bakan ve bakılan arasındaki ilişki muhakkak ki düşünüldüğünden daha katmanlıdır. Birine baktığımda, baktığım kişinin benim bakışımın nesnesi olduğunu, ya da en azından böyle bir ihtimalin olduğunu, bildiğini bilirim. [8] Benzer şekilde ben de diğerleri tarafından görülüyor olmanın kaçınılmazlığı ile hareket ederim. Bakışımı saptıran ve bana Öteki’de bir şeyleri ıskalatan şey düşlemimdir; Öteki’nde gördüğüm nasıl imgeselin alanına ait ise, bana bakan Öteki’nin ne gördüğüne dair bilgim de aynı şekilde imgeseldir. Öyleyse bakışta kaybedilenin “kendinde şey olarak nesne” olduğunu söyleyebiliriz.


Lacan’ın öğretisinde açıkça vurgulandığı üzere, biliyoruz ki herhangi bir nesne ne Öteki’nin arzusunun şaşmaz bir belirteci olabilir ne de öznenin arzusunu doyurabilir. Öyleyse öznelerin yazının en başında da kısaca sözünü ettiğim nesne alışverişlerini sürdürmeye devam etmesinin bir açıklaması olmalı. Yaşam döngüsünün en başına dönersek, nesnelerle olan ilişkinin öznenin varlığı için elzem bir tarafı olduğunu hatırlayarak başlayalım; özellikle ihtiyaca dair nesneler bebeğin erişiminde olmalıdır ki bebek hayatta kalabilsin. Annenin bebeğin varlığına yönelik arzusunun nasıl şekillendiği ise bebeğin nesnelerle olan karşılaşmalarında başattır. Annenin bakışları, “derdini” anlamak, yani onu yatıştıracak nesneyi bulup ona verebilmek için sıkça bebeğine yönelir ve bir süre sonra, bebek artık bu bakışı tekrar tekrar bulabilmek adına nesnelerin dolayımından geçmek durumundadır. Oral nesne olarak memeyi ele alalım; emme döneminde doyumla ilişkilenen tek kişi bebek değildir, annenin bebeğini doyuma ulaştıran nesneyi sunabilen kişi olmaktan aldığı farklı bir tatmin bulunmaktadır. Bu tatmin, anneyi nesneyi bebeğe vermesi için güdüleyen şeydir. Memeyi açlık baş göstermeden talep etmeye başlayan bebek annesine adeta şöyle demektedir: “Eğer bana bakmanı, -arzunu işletmeni - sağlayan şey benim talebim ise bana vermek istediğin şeyi talep etmeye devam edeceğim!” Dolayısıyla, beşiğinde annesinin kendisine olan bakışına bakan bir çocuğun da ilk Ötekisi olan annesinin arzusuyla ancak talep düzleminde ilişkilenebileceğini söyleyebiliriz. Elbette çocuk için atlanması gereken bir eşik daha vardır; Öteki’nin bakışının gezgin bir bakış olduğunu ve başka bir bakışı aramakta olduğunu keşfetmekle aşılabilecek bir eşik…


 [1] Lacan, J. (2014). Anxiety. p. 188, Polity Press.   

[2] p. 114  

[3] p. 26-27   

[4] p. 297  

[5] p. 291-293   

[6] Lacan, J. (2013). Psikanalizin Dört Temel Kavramı. s. 111, Metis Yayınları.   

[7] s. 92  

 [8] Lacan, J. (1991). Freud’s Papers on Technique. p. 215, Norton. 

Yorumlar


© 2025 by Nur Cansu Kızılpınar

bottom of page